Eskiler “İnsan bilmediğinden korkar” demişlerdir. Doğamız gereği karşılaştığımız durumları bilmek, tanımak isteriz. İnsanın varoluşundan beri gelişen bu bilmediğinden korkma dürtüsü pek çok doğa olayını, bilimsel teorileri, düşünsel süreçleri irdelemesine sebep olmuştur. Şimşeğin neden çaktığını, karın nasıl yağdığını, kalbin neden attığını, beynin nasıl çalıştığını, yerin altını, suyu, havayı hep bu korkuyu yok etme düşüncesiyle keşfetmiştir insan. Çünkü belirsizlikler içinde yaşayamaz, hayattan emin olarak onu tanıyarak sürdürmek ister yaşamını. Çünkü belirsizlik ürkütücüdür, bilinmeyen şey kaygılandırır. Matematikte “x” ile ifade ettiğimiz bilinmeyen her değer hayatta çözümü zor denklemlerin habercisidir. Bilmemek demek bu çözümsüz denklemlerin içerisinde yuvarlanmaya sebep olur. Bu yüzden bilmemek ayıp değildir elbette fakat bilgisizliğin yarattığı korkuyu gidermeden kör kuyularda beklemek… İşte o büyük bir ayıptır.
Bu sebeptendir tarihi süreç içerisindeki derin çaba. Sis perdesini aralayarak hayata bilginin sunduğu aydınlık pencereden bakabilmek için. Böylelikle gönderildiği bu evrende, içinde yaşadığı gezegeni, kendisini, çevresini tanıma gayreti içindeki insan için bilgi yaşamı boyunca yolunu aydınlatan bir fener görevi görmüştür.
Ancak bu fenerin yalnız kendi yolunu aydınlatmasını bekler. Çünkü insan denen varlığın tek ve en büyük amacıdır yaşamını idame ettirebilmek. Fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak maddi doyuma erişebilmek. İşte bu feneri de yalnız ihtiyaçları doğrultusunda kullanır.
Bu yüzden bilgiyi yalnızca önündeki sis perdesini kalkıncaya, korkuları yerini emniyete bırakıncaya, bilgi onu tatmin etmeye başlayıncaya kadar aramaya koyulur. Sonrası…
Sonrası kılıçtan keskin bir köprüdür. Geçmesini, geçebilmeyi ve sonrasını göze alabilene sunulur. İhtiyaç olan bilgiden fazlası, yeni korkulara yelken açtıracak, derin sorgulama denizlerinin azgın sularında boğduracaktır insanı. Pratik bilgiden, öğretim bilgisinden, maddi ve yaşamsal her türlü bilgiden daha değerli ancak ulaşılması da bir o kadar zorlu bir bilgidir bu. Bizzat hayata, varlığa, amaca, olması gereken ile olan arasındaki farka yöneliktir bu bilgi.
Belki pek çok şeye kanaat etmeyi öğrenememiştir ama bilgiye kanaat etmeyi, az olanıyla yetinmeyi iyi bilir insan. Bu yüzden ihtiyacının dışında onu geliştirecek, kendini gerçekleştirecek bilgiye ulaşmak için zorlu yollara uğramaz, onu endişelendirecek, kaygılandıracak, vicdanını yoracak hiçbir bilgiye yer vermez zihninde.
Dünyada kaç çocuğun ağır silahlara nasıl boyun eğdiğini, küçük insanların çıkarları için çıkan büyük savaşları önlemeyi, din kardeşi açken tok yatmamayı, gelişmenin ancak düşünerek, üreterek ve paylaşarak sağlanabileceğini, eğitimin, adaletin bir toplum için önemini, inandığımız dinin esaslarını, insanın hayattaki amacını, bilim ve sanatın bir toplumun gelişmesindeki iki önemli yapı taşı olduğunu bilmez mesela. Ya da bilmek istemez.
Çünkü bilirse harekete geçmek durumunda kalır. Harekete geçmezse vicdanı asılır zihninin iplerinden. Eğer bilir de sessiz kalır, harekete geçmezse haksızlıklara susan dilsiz şeytan sıfatına müstahak olur.
Ancak kırabilirse zihnindeki zincirleri, kendisi için ihtiyacı olandan daha fazlasını bilmeyi göze alır ve harekete geçmeyi becerirse işte o zaman bombaların sesini bastırır çocuk sesleri, düşünen, okuyan ve evrensel ahlakı benimsemiş bir toplumun parçası olmuş oluruz. İşte o zaman insanlar açlıktan ölmez, savaş kelimesi yalnızca sözlüklerde çıkar karşımıza. İşte o zaman asıl mutluluğun belki de şuan sahip olduğumuz hiçbir şeyde saklı olmadığını anlarız.
Fakat insan tüm bunlar için bilmeye mahkûm, dünya da onun bilgisine muhtaçtır. İhsan Oktay Anar “Puslu Kıtalar Atlası” isimli eserinde “ Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmektir” der. Hakikati öğrenmek hareketi sürükler peşinden çünkü. Çünkü öğrenmek yüktür insanın omuzlarında. Öğrenmek diken dolu bahçelerin kilidini kırmaktır. İster o dikenlerin yara açmasına izin verirsiniz isterseniz o bahçeleri gül diyarına çevirirsiniz. Öğrenmek, işte bu seçime zorunlu kılar.
Yazar aynı eserinde “Bilgi tehlike ile ölçülür” der. Çünkü bilgiye hazır olmak kara bir dünyanın boşluğuna yuvarlanmayı gerekli kılar. Bu yüzden bilgin kimseler bu kara boşluğun derinliklerinde kaybolmamak için daima çekinirler hata yapmaktan. Elbette içerisinde bu kadar tehlikeyi barındıran bilgi zihinleri bulandırmadan, yürekleri yormadan, mutluluğu yaşamdan ırak etmeden kıymetlenemez.
Evet, insan bilmediğinden korkar ancak insan öyle farklı, anlaşılması öyle zor bir canlıdır ki kendi belirlediği sınırlardan daha fazlasını öğrenmekten de korkar. Bilginin beraberinde getirdiği tehlikelerden korkar. Bilmek öyle ince bir çizgidedir ki taşıyamayacak olursanız fazlası ağrı yapar vicdanınıza.
Bilgi… Üstünde asırlardır tartışmalar yapılan, felsefeye konu olan, insanların uğrunda pek çok değerden vazgeçtikleri o değerli müessese…
Ancak öğrenmeye cesaret eden insanların omuzlarında yükselmiş, sahip olduğu kudreti ancak ondan daha fazlasını bekleyenlere gösterebildiği, dünyayı omuzlarında taşıyan her insan için başlangıç noktası, cesaret öncüsü.
Bilgi mutlu mu eder, insanı sonu gelmeyen mutsuzluklara mı iter? Doyurduğu ölçüde mutluluk verir bilgi. İnsan hayatına yön verebileceği ölçüde, kendisini güvende htiği müddetçe, emin oluncaya kadar mutlu eder. İhtiyaca cevap verebildiyse, yolu aydınlattıysa mutlu eder bilgi.
Bundan sonrası istek, heyecan ve cesaret işidir. Eğer insan açsa bilgiye, öğrenmekten korkmazsa, bilginin getireceği her türlü bilgiye karşı dirayetli ise o zaman zihniyle yüreği arasındaki köprüleri yıkma mecburiyetinde kalmayı göze alır.
Çünkü bilginin sınırı olmadığı gibi yürekte ve zihinde açtığı gediklerin de sınırı yoktur. O yüzden ancak bu gedikleri onarmaya cesaret edebilenler geri kalmaz öğrenmekten. Mutluluklara da açılan bu gediklerle yaşamayı öğrenenler bilginin onlara sunduklarını da kabulleneceklerdir.
“Cehalet mutluluktur.” Çünkü kendisine yetecek bilgiye kanaat edenler sahip oldukları bilgiyle ancak kıyılarda dolaşırlar. Oysa bilgi okyanusun derinliklerine daldırır. Suyun kirini de görürsün, berraklığını da. Cehalet kıyılarda gezip denizi hep masmavi, gökyüzünü bulutsuz zannetmektir. Bu yüzden cehalet mutluluktur işte.
Bilgi mutluluğa zarar verir mi? Evet verir. Eğer bilginin yükü ağır gelecek, alamayacaksanız omuzlarınıza bitkin düşmüş dünyayı ve gerçeği öğrenmek acı veriyorsa, rahat bırakmıyorsa gerçekler vicdanınızı, bilgi mutsuz eder.
Fakat öyle mutsuzluklar vardır ki onlar başkalarının mutluluğu için çaba sarf etmek, onların hayallerini gerçekleştirmek, bir yerlerde ihtiyacı olan birinin yardımına koşmak, tüfeklerin değil fikirlerin karşılaştığı bir dünya ortaya çıkarabilmek, bir çocuğun gözyaşını silebilmek, umudu tükenmiş birine el uzatıp kaldırabilmek, kıyıya vuranın masum bir çocuk değil de zarif bir deniz kabuğu olmasını sağlamak, bombaların yerini şarkılara, barut kokularının yerini çiçek kokularına bırakacağı barış dolu bir dünya bırakmak pahasına bir ömür çekilir.
NOT: Atilla İLHAN Vakfı Kompozisyon Yarışmasanda Derece Aldığım Yazım