Ey istiklalin şairi;
Ey milletin sinesinde kıvılcımlanan bağımsızlığı satırlara alev alev nakşeden, “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın” dualarına gönülden âmin dediğimiz, yüreğinden mısralara dökülen istiklal mücadelesini her zaman ve her yerde gururla haykırdığımız ve istiklalin yolunda adadığı ömrünü daima örnek alacağımız dava adamı…
Ey Türk milletinin bağımsızlık sözcüsü, Vatan Şairi;
Bizim dünyayı anlamlandıramadığımız zamanlarda siz soğuk rüzgârlarıyla tanıştınız hayatın. Belki de bu yıllardı memleketin en çetin zamanlarında umudu bir parça kuru ekmek gibi elinizden düşürmeyişiniz. İstiklale olan inancınız, atiyi karartmadan azmi bırakmayışınız.
Bunun en temel sebeplerinden biriydi elbette -ilk mualliminiz- babanızdan aldığınız ilim, irfan, ahlak ve değerler eğitimi. Bu eğitim ki bir ömür peşinden koşulacak davanın ilk adımları, temel taşları olmuştu. Bu eğitim ki bir gencin kendi ayakları üzerinde durmakta zorlandığı yaşlarda bir ailenin geçimini idame ettirmeye muktedir kılmıştı sizi. Bu eğitim ki yüksek karakter sahibi ve hayattaki ilkelerinden ödün vermeyen bir Mehmet Akif Ersoy’u çıkartmıştı Türk milletinin karşısına.
O yıllarda bazı kesimler hürriyetini ve istikbalini itilafların çelik prangalarına teslim ederken siz iman dolu göğsünüzde sakladınız onları. İstiklali de istikbali de teslim etmediniz düşmana. Dil ise dil ile kalem ise kalem ile kılıç ise kılıç ile…
Farkındaydınız bu kalenin İslam’ın son kalesi, bu bayrağın Türk’ün namusu, şerefi, şiiri olduğunun. Bu sebeptendir ki haykırdınız halka İslam’a, bayrağa, toprağa ve birliğe sarılmanın vakti olduğunu.
Haykırıyordunuz kaleme ve kâğıda Çanakkale’deki Mehmet’in destanını, zulmü alkışlamayacağınızı, zalime boyun eğmeyeceğinizi, vatan için gerekirse cehennemi göğsünüzde söndüreceğinizi ve sahipsiz bir memleketin ahvalini.
Haykırıyordunuz davanızı, İslam’a sahip çıkmayı, tefrikanın giremeyeceği millete düşmanın giremeyeceğini, haykırıyordunuz Asımın neslini.
O haykırışlar Türk milletinin bağrında filizlendi. Bağrı İstiklal ateşiyle yanan her Türk, Mustafa Kemal’in açtığı yolda, kanıyla suladığı toprakların bir karışını bile teslim etmedi namahrem ellere. Siz bu milletin istiklal yolunda verdiği mücadeleyi, yaşadığı zorluğu, çektiği acıları sinenizde htiniz, heybenizde biriktirdiniz.
İnandığınız, azmine güvendiğiniz milletimiz kurtuluş mücadelesini başarıyla sürdürürken Birinci İnönü Savaşı kazanılmış, zaferlerine zafer katan bu millete bir milli marş gereksinimi duyulmuştu. Yarışma açıldı, ödül konuldu, yarışmaya yüzlerce eser gönderildi ancak hiçbiri bu millettin yüreğinde kor kor büyüyen vatan aşkını tasvir edemiyordu.
Biliyorum bu vatan için yazılabilecek bir eserden karşılık bekleyemezdiniz. Milletin kahramanlığına paha biçemezdiniz. Biçemediniz de. İdealinizdeki Asımın nesli anlayışına uygun olarak tek bir kuruş dahi almamak- ödülü cepheye elbise diken Dar'ül Mesai Vakfına bağışlamak üzere- kabul ettiniz marşı yazmayı. Bu soylu davranışınızın ardından belki de hayatınızın en zor ancak en değerli mısralarını yazmak üzere koyuldunuz işe. Yeri geldi uyumadınız, yeri geldi duvarlara kazıdınız, yeri geldi nefesiniz kesildi yazarken. Kolay değildi ebette.
Yazılan millettin marşıydı, yazılan vatanın, istiklalin, istikbalin marşıydı çünkü. Yazılan elinde kalan az miktardaki ilacı ölmek üzere olan asker oğluna veremeyen sıhhiyenin, parmağının koptuğunu tetiğe basamadığında anlayan askerin, cepheye erzak taşıyan Şerife Bacı’nın, Kara Fatmaların, Sütçü İmamların, Hasan Tahsinlerin marşıydı. Yazılan Şahin Bey’in, Nezahat Onbaşı’nın, Yörük Ali’nin, okul sıralarından cepheye koşan genç yüreklerin marşıydı.
Korkma diye başladınız söze. İdealini kurduğunuz Asım ve nesli korkar mıydı hiç ölmekten, öldürmekten, çiğnenmekten, kendini feda etmekten?
Gösterdiniz Türk’ün ezelden bağımsızlık sevdasını, iman dolu göğsünün en çetin silahlar karşısında bile yıkılmayacağını, elbet Hakk’ın vaat edeceği toprakların candan da canandan da daha kıymetli olduğunu; ezanın, bayrağın bağrında nice kahramanlıkların barındığı bu toprakların hakka tapan halka ait olduğunu haykırdınız cihana. Elbette hakkıydı hakka tapan milletin istiklal, hakkıydı bayrağın gölgesinde, vatan toprağında hürce, kardeşçe yaşamak.
İşte tüm bu değerleri; Türk milletinin acılarını, sevinçlerini, istiklal sevdasını, onurunu ve gururunu yansıttığınız bu marş meclis duvarlarında yankılanan alkış sesleriyle yeni Türk devletinin marşı, Anadolu insanının destanı olarak kabul edilmişti.
Ve her yürekli kahraman gibi marşa imzanızı atıp “bu marş milletindir” anlayışıyla görevinizi tamamladınız. Ardından adım adım uzaklaştınız ve bu dünyadan ebediyete intikal ettiniz.
Size hak ettiğiniz değeri verememek, büyük cenaze merasimi hazırlayamamak, gösterişli törenler yapamamaktı bizim en büyük ayıbımız.
Fakat o hayalini kurduğunuz Asımın nesli olmak için çabalıyor, bayrağımızı göklerde özgürce dalgalandırmak, ezanımızın sesini beş vakit semada duyurmak, vatanımızın kanla sulanan topraklarına namahrem eli değdirmemek için gerektiğinde can alıp can verebilecek kadar benimsiyoruz bu memleketi.
Son olarak değerlerine, kültürüne, bayrağına, toprağına ve dinine saygılı bir Asımın nesli olmak için sahip olduğumuz zihin beden ve kalp gücümüzü memleket için harcayacağımıza, memlekete en yararlı şekilde hizmet edeceğimize ve “Asımın nesli hayali gerçek oldu” sözünü söyletebilmek için elimizden geleni yapacağımıza parçası olduğum gençlik adına söz veriyorum.
Sayın Mehmet Akif Ersoy, Akif Bey, Akif amca… Siz hangisini münasip bulursanız…
Bu memleket için yaptıklarınızı biz gençler asla unutmayacak ve unutturmayacağız. Minnet ve hürmetle…
Özlem ÖZKÖK
Kütahya Sosyal Bilimler Lisesi Öğrencisi