İnsan, adından da anlaşılacağı üzere unutmaya oldukça yatkındır. Hatıralarını unutur, işlerini unutur, toplantılarını unutur… Ancak bu unutkanlık bazen öyle büyür ki insana kendini unutturur. İnsanlığı unutturur.
Unutulan insanlığın yerini hırs alır. Kinden medeniyetler inşa edilir. O medeniyetler, gelişmek ve yükselmek adı altında kaç hayatı batırır? Böylece ilahlar değişir; diller, renkler değişir. Para terazide adaletten ağır basarken cüzdandan ala ilah mı olur? Sesi daha yüksek çıkanın kazandığı kavgalarda saygısızlıktan ala dil mi olur? Seni en yüksek (!) mertebeye koyan beyaz tenden ala renk mi olur? Değişen bu dünya düzeninde insanın sözlükteki karşılığı da değişmelidir. İnsan, parası ve gücü olan kimse…
Sanıyorum ki bu yüzden dünyada insanların sayısı artsa da insanlığın miktarı azalır. Yıllar yılları kovalarken insan hakları yetmiş üçüncü yılını doldurur ancak insanlık sıfırına basar. İnsan haklarını korumaya yönelik çalışmalar ilk olarak bahsettiğimiz düzen altında yaşayan İngiltere’de daha sonra Fransız Devrimi’nin ve II. Dünya Savaşı’nın ardından yapılmıştır. Bu tarihlerin hepsi aynı zamanda en kanlı devirlerdir. İnsanlık tarihinin en kara lekesi olan ve yaklaşık altmış milyon kişinin hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı’ndan iki yıl sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi hazırlanır. Bu beyanname ile siyasi, toplumsal, kültürel vb. haklar; düşünce, vicdan, din gibi özgürlükler güvence altına alınmak istenmiştir. Bunun anısına her yıl 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Yüzyıllardır akıtılan gözyaşından boğulmamak için bir çözüm bulunmuştur (!) en sonunda. Çözümü bulan ve insanlığı çözüm bulunması gereken bir hale sokan aynı kişilerdir. Dünyaya verdikleri idam hükmünü kaldırıp kendilerini kahraman zannedenler.
Eşitlik, saygı, hak ve hürriyet kavramları beyannamelerdeki maddelerden senelerdir çıkamadığı için bugün ne yazık ki hiçbir zaman hakkıyla kutlanamamakta. Yapılan kutlamalar, açılan pankartlar arkalarındaki zulmü saklamaktan başka bir görev üstlenmez. Bizler rahat koltuklarımızda, akıllı telefonlarımızdan kutlarken; arşa değen kürsülerimizden, cihana seslenen mikrofonlarımızdan anlatırken bu günün önemini, duyan kim ki? Mazlumun ahına ve vicdanlarının çağrısına sağır olmuş kulakları yalnız paranın hışırtısını dinler. Halen kamplarda dinleri yüzünden binlerce insan alıkoyulmuşken, kadın olduğu için cezalandırılanlar varken, akranı okulda kendi sokakta yaşından büyük sorumluluklar altında çalışan çocuklar, bombaların ve savaş uçaklarının sesine alışmış insanlar varken bu günü kutlayan kim ki? Venüs bardağının içinde kan içenler…
Bizler, zamanımızdan bin dört yüz yıl önce, kimsenin kimseye üstünlüğü olmadığını, canın ve malın güvende olması gerektiğini, kadın ve erkeğin eşit, herkesin hür yaşam hakkı olduğunu Veda Hutbesi’nde anlatan peygamberin ümmetiyiz. Bizler, haklarından ve hürriyetinden asla vazgeçmeyeceğini ‘’Ne efsûnkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten.’’ sözleriyle dile getiren ecdadın torunlarıyız. Senelerce bize edilen nasihatleri ve ecdadımızın sesini kaybetmeseydik kulaklarımızdan uygulanmayan ama kutlanan bir beyannameden daha fazla işe yarardı insanlığımız.
Bizler yakından hissedemesek de şimdiler de hürriyetimiz telefonlarımızca alınmakta elimizden. Sosyal medyada bize dayatılan bilgi ve algıyı doğru zannetmekteyiz. Bunun yanında dış dünyanın haklarını kaçırdığımızdan, mazlumların sesini duyamadığımızdansa bihaberiz. Topraklar değil zihinler işgal altında. Herkes özgür ama telefon ekranına hapsolmuş durumda. Bu da insan haklarına aykırı değil midir?
Yalnızca gündem haberlerinde okuyup üzüldüğümüzü belli etmek için ‘like’ atsak da Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm gerçek. İnsan haklarını kutluyorsak ve eğer varsa özgürlüğümüz sırf dini yüzünden katledilen birçok Uygur ve Kazak Türkü’nün suçları neydi? Herkes eşit doğuyor ve adalet önünde de eşitse canına kıyılan siyahi sayısı neden beyazlardan üç kat fazla? Erkek ve kadın eşitse neden halen oy kullanamayan, okuyamayan hatta yaşayamayan kadınlar bulunmakta?
Bu dünya kimin memleket? Kimin hakkı var cihan topraklarında? Kime düşer insanların en büyük hakkı olan yaşamı ellerinden almaya? Kim belirledi üstün rengi, üstün cinsiyeti?
Can hangi bedende olursa olsun kutsaldır, özeldir. Korunmayı, sevgiyi, saygıyı ve yaşamayı hak eder. Toplum; ekonomisinde, eğitiminde, yaşam koşullarında eşitlik bekler. İnsanlığı en büyük haklarından mahrum, bir çocuğu gözü yaşlı, bir anayı bağrı yanık bırakan yirmi birinci yüzyıl modern insanı, sağlayamadığı hakların gününü kutlaya dursun biz sözlerimizi Barış Manço’dan dizelerle bitirelim:
Kardeşlik ve eşitlik üzerine uzun uzun nutuklar çekip
"Niye senin derin benden daha koyu?" diyen çok.
Kaşının altında gözün var diye silahlanıp ölüme koşarken
"Kalan dul ve yetim ne yer, ne içer?" soran yok.
Elif Rana ATİŞ -ASE Sosyal Bilimler Lisesi