Denizimizin karşı kıyısında bir plajdayım. İnsan yaban memlekette çekingen olur ya öyle bir tedirginlikle insanları takip ediyorum. Bize benzeyen davranışlarını, bizden ayrıldıkları noktaları gözlemliyorum kendimce. İki metre kadar ötemde güneşlenen orta yaşlı bey okuduğu kitabı kapatıp plaj çantasından bir paket çıkarıyor. Bir sigara paketi bu. Sonra çantayı biraz karıştırıyor bu kez kibritini çıkarıyor. Bir hafiye edasıyla pür dikkat beyi izliyorum. İç sesim ‘hiç yakıştı mı bu size’ diyor beye.- Belli ki beni duymuyor. -Sigarasını ağzına götürüyor ve kibritle tutuşturuyor. Sigaradan duman gelir gelmez kibriti silkerek söndürüyor. Dalgın gözlerle denize bakıyor ve sigarasından nefesler çekiyor. Bir heykel gibi hiç kıpırdamadan gözlerimi dikmiş onu izliyorum. Nihayet azalan sigara izmaritini kuma gömerek söndürüyor. Bu işi sağ elini kullanarak yapıyor, çünkü sol elinde hala kibrit çöpü duruyor. Tekrar plaj çantasını karıştırıyor, bu kez ne çıkaracak acaba deyip, bütün dikkatimle izliyorum. Çıkan bir naylon poşet. İlişkilendirmeye çalışıyorum. Ne yapacağını anlamak güç… Önce kibrit çöpünü, sonra da gömerek söndürdüğü izmariti koyuyor poşete. Sonra kalkıyor. Gözden kaybolacak kadar ötede bir çöp kutusuna bırakıyor elindeki poşeti. Ve geri dönüyor, gözüm onda, aklım memleketimde. Çocukluğumda bu denizin karşı kıyısında yani bizim kıyılarımızda tuttuğum balıkları düşünüyorum. Bereketli denizimizi nasıl bitirdiğimizi düşünüyorum. Deniz aynı deniz ama o yaka hala kirletilmemiş. Çocukluğumun anılarında kalan ‘sofra balıkları’ kalkanlar bu kıyıyı hala terk etmemişler. Hala bereketli buradaki Karadeniz. İşte fark bu diyorum kendime. Onlar özen göstermiş kirletmemişler denizlerini. Ya biz? Hangimiz üşenmeyip yüz metre ötemize çöp atmaya gideriz? Kaçımız ‘ummana bir kibrit çöpü ne yaparmış’ demeyiz? Aklıma bir yerlerde okuduğum ‘kırık cam teorisi’ geliveriyor..
‘Kırık cam teorisi’ ABD'li suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmiş. Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bırakıyor. Araçların plakası yok, kaputları aralık. Ve olup bitenleri izliyor. Bronx'taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalanıyor. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmuyor. Ardından Zimbardo ve iki öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırıyorlar. Daha ilk darbe indiriliyor ki çevredeki insanlar da olaya dahil oluyorlar. Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale geliyor. "Demek ki" diyordu Zimbardo, "ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz." "Kırık Cam Teorisi"ni savunanlar şöyle diyorlar: "Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırık olsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Yapmamız gereken, binanın ilk kırılan camını ivedilikle taktırmak ve elektrik direğinin dibindeki çöpü kimse fark etmeden kaldırmak olmalı. Çünkü, o çok bilinen o fıkrada olduğu gibi çöpü bir başkasının kaldırmasını beklersek dünyamızı çöplüğe çevirebiliriz.
Padişah halkını geniş bir alana toplamış .’Üçe kadar sayacağım, ben üç deyince hep bir ağızdan PADİŞAHIM ÇOK YAŞA diye bağıracaksınız’ sesinizin çokluğu benim gururum olacak der. Padişah bir-iki diye saymaya başlar kalabalıktan biri: ’binlerce insan var ben çok yaşa demesem fark edilmez, nasılsa herkes bağıracak ‘diye düşünür. Padişah üç der. Çıt çıkmaz koca kalabalıktan. Çünkü herkes o kişi gibi düşünmüştür.