Bugün sizlerle tarihçi Yavuz Bahadıroğlu’ nun tarihten bir anlatımını paylaşmak istiyorum. hikâye aynen şöyle;
1220 yılıydı. Cengiz Han dünyanın en en kanlı ordusuyla Buhara önlerine gelmiş, teslim olmaları halinde canlarına ve mallarına dokunmayacağını, aksi takdirde işkenceyle öldürüleceklerini bildirmişti.
Şehir halkı kararsızdı. Tartışmalar uzayıp giderken, Cengiz Han’dan bir heyet geldi. Karluk Hükümdarı Arslan Han, Almalık Hükümdarı Sugna Tekin, dönemin meşhur din âlimlerden Cafer Hoca ve İmam Hacip’ten oluşan bu heyet, Buhara’nın barışla teslim edilmesi halinde kimsenin kılına zarar gelmeyeceğine dair yemin ettiler.
Arslan Han söze girdi:
“Silahlarınızı bırakın, kapıları açın. Cengiz Han savaşarak girdiği yeri harabezara çevirir. Bu deliliği yapmayın. Nasılsa ordularına karşı fazla dayanamazsınız. Bakın büyük hocalarımız da yanımızda, onlar adına da konuşuyorum, kendinize ve şehrinize yazık etmeyin.”
Cafer Hoca ile İmam Hacip başlarını öne doğru sallayarak söylenenleri tasdik ettiler.
Sonra Cafer Hoca söz aldı. Dini misaller vererek, kıssalar anlatarak teslim olmalarının dini açıdan en hayırlısı olduğunu belirtti…
İmam Hacip aynı mealde başka dini referanslar zikretti.
Buhara eşrafı iyice ikna olmuş, “Ecdat yadigârı, İslâm medeniyetinin göz bebeği, ilim-irfan yuvası Buhara’yı putperest Cengiz’e teslim etmek, uhrevî mes’uliyeti muciptir; kanımızın son damlasına kadar mukavemet etmeliyiz” diyenler azınlıkta kalmıştı.
Küçük tereddütler de İmam Hacip’in şu mealde sözleriyle giderildi:
“Cengiz Han bizi dinler. Biz de sizin gibi Müslümanız. Üstelik din âlimiyiz. Size şefaat ederiz. Endişelenmeyin.”
Söyleyeceklerini söyledikten sonra çekip gittiler.
Şehir meclisi şaşkındı. İkilemde kalmışlardı. Ama bir karar vermeleri lâzımdı: Ya teslim olacaklar yahut çarpışacaklardı. Üçüncü ihtimal yoktu.
Tartışma uzadı gitti. Kimisi teslim olmak taraftarıydı, kimisi de ne olursa olsun savaşılmasını istiyordu: “Cengiz Han zalimdir, zalimin merhametine sığınamayız” diyorlardı.
“Bize gelen dindaşlarımızı duymamış gibi konuşuyorsun. Cengiz Han zalim olsa bile bizimkiler onu engeller. Elçi olarak gelenleri gördük: Bizimle namaz kıldılar, dua ettiler, Kur’an okudular. Onlar da Müslüman, biz de. Elbette bizi korurlar. Dindaşlarını ezdirecek değiller ya!..”
“Madem o kadar iyi Müslümandırlar, neden bir İslâm düşmanının yanındalar?”
Cevap hazırdı: “Sorduk cevap verdiler ya: Müslümanlara zarar vermemesi için yanında bulunuyorlarmış. Ne faciaları önlemişler. Onlar bizi korur.”
Sonunda teslim kararı çıktı, şehir kapıları açıldı…
Cengiz Han şehre girdi. Askerlerini meydanda topladı ve bas bas bağırmaya başladı:
“Camileri, kütüphaneleri yakın! Kitapları ırmağa atın. Direnmeye çalışan herkesi canlı canlı gömün!”
Tırtıllı kahkahaları şehrin öbür ucundan duyuluyordu.
Arslan Han daha fazla dayanamadı:
“Ama, Büyük Kaan, Müslümanları kesmeyeceğinize dair söz vermiştiniz!..”
Cengiz Han’ın delici bakışları gözlerine mıhlanınca, susmak zorunda kaldı. O susunca, Cengiz Han tırtıllı bir kahkaha daha attı:
“Hayrola Arslan Han, Müslümanlığını mı hatırladın? Sözümde durmadığımı kimse iddia edemez. Müslümanları öldürmeyeceğim demedim, sadece kesmeyeceğim dedim, nitekim kesmiyorum; diri diri toprağa gömdürüyorum. Camileri, kütüphaneleri yıkmayacağım dedim; yıkmıyorum, sadece yakıyorum.”
Ve herkese ibret olması gereken, son sözünü söyledi:
“Kendi ikbalini dininden daha çok seven insana güvenilmez! Buharalılar kendini bana satmış hanlarla hocalara güvendikleri için belalarını buldular. Onları ben değil, senin gibiler yok ediyor!”
Kendi döneminde “ilmin kıblesi” sayılan Buhara camileri, türbeleri, kütüphaneleriyle birlikte yanıyor, Cengiz Han’a destek veren Müslüman hükümdarlarla hocalar gözlerini kapatıp susuyorlardı.
Anasayfa
Yazarlar
Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem
Yazı Detayı
Bu yazı 1567+ kez okundu.
Cengiz Han'ın Sözü
Bugün sizlerle tarihçi Yavuz Bahadıroğlu’ nun tarihten bir anlatımını paylaşmak istiyorum. hikâye aynen şöyle;
1220 yılıydı. Cengiz Han dünyanın en en kanlı ordusuyla Buhara önlerine gelmiş, teslim olmaları halinde canlarına ve mallarına dokunmayacağını, aksi takdirde işkenceyle öldürüleceklerini bildirmişti.
Şehir halkı kararsızdı. Tartışmalar uzayıp giderken, Cengiz Han’dan bir heyet geldi. Karluk Hükümdarı Arslan Han, Almalık Hükümdarı Sugna Tekin, dönemin meşhur din âlimlerden Cafer Hoca ve İmam Hacip’ten oluşan bu heyet, Buhara’nın barışla teslim edilmesi halinde kimsenin kılına zarar gelmeyeceğine dair yemin ettiler.
Arslan Han söze girdi:
“Silahlarınızı bırakın, kapıları açın. Cengiz Han savaşarak girdiği yeri harabezara çevirir. Bu deliliği yapmayın. Nasılsa ordularına karşı fazla dayanamazsınız. Bakın büyük hocalarımız da yanımızda, onlar adına da konuşuyorum, kendinize ve şehrinize yazık etmeyin.”
Cafer Hoca ile İmam Hacip başlarını öne doğru sallayarak söylenenleri tasdik ettiler.
Sonra Cafer Hoca söz aldı. Dini misaller vererek, kıssalar anlatarak teslim olmalarının dini açıdan en hayırlısı olduğunu belirtti…
İmam Hacip aynı mealde başka dini referanslar zikretti.
Buhara eşrafı iyice ikna olmuş, “Ecdat yadigârı, İslâm medeniyetinin göz bebeği, ilim-irfan yuvası Buhara’yı putperest Cengiz’e teslim etmek, uhrevî mes’uliyeti muciptir; kanımızın son damlasına kadar mukavemet etmeliyiz” diyenler azınlıkta kalmıştı.
Küçük tereddütler de İmam Hacip’in şu mealde sözleriyle giderildi:
“Cengiz Han bizi dinler. Biz de sizin gibi Müslümanız. Üstelik din âlimiyiz. Size şefaat ederiz. Endişelenmeyin.”
Söyleyeceklerini söyledikten sonra çekip gittiler.
Şehir meclisi şaşkındı. İkilemde kalmışlardı. Ama bir karar vermeleri lâzımdı: Ya teslim olacaklar yahut çarpışacaklardı. Üçüncü ihtimal yoktu.
Tartışma uzadı gitti. Kimisi teslim olmak taraftarıydı, kimisi de ne olursa olsun savaşılmasını istiyordu: “Cengiz Han zalimdir, zalimin merhametine sığınamayız” diyorlardı.
“Bize gelen dindaşlarımızı duymamış gibi konuşuyorsun. Cengiz Han zalim olsa bile bizimkiler onu engeller. Elçi olarak gelenleri gördük: Bizimle namaz kıldılar, dua ettiler, Kur’an okudular. Onlar da Müslüman, biz de. Elbette bizi korurlar. Dindaşlarını ezdirecek değiller ya!..”
“Madem o kadar iyi Müslümandırlar, neden bir İslâm düşmanının yanındalar?”
Cevap hazırdı: “Sorduk cevap verdiler ya: Müslümanlara zarar vermemesi için yanında bulunuyorlarmış. Ne faciaları önlemişler. Onlar bizi korur.”
Sonunda teslim kararı çıktı, şehir kapıları açıldı…
Cengiz Han şehre girdi. Askerlerini meydanda topladı ve bas bas bağırmaya başladı:
“Camileri, kütüphaneleri yakın! Kitapları ırmağa atın. Direnmeye çalışan herkesi canlı canlı gömün!”
Tırtıllı kahkahaları şehrin öbür ucundan duyuluyordu.
Arslan Han daha fazla dayanamadı:
“Ama, Büyük Kaan, Müslümanları kesmeyeceğinize dair söz vermiştiniz!..”
Cengiz Han’ın delici bakışları gözlerine mıhlanınca, susmak zorunda kaldı. O susunca, Cengiz Han tırtıllı bir kahkaha daha attı:
“Hayrola Arslan Han, Müslümanlığını mı hatırladın? Sözümde durmadığımı kimse iddia edemez. Müslümanları öldürmeyeceğim demedim, sadece kesmeyeceğim dedim, nitekim kesmiyorum; diri diri toprağa gömdürüyorum. Camileri, kütüphaneleri yıkmayacağım dedim; yıkmıyorum, sadece yakıyorum.”
Ve herkese ibret olması gereken, son sözünü söyledi:
“Kendi ikbalini dininden daha çok seven insana güvenilmez! Buharalılar kendini bana satmış hanlarla hocalara güvendikleri için belalarını buldular. Onları ben değil, senin gibiler yok ediyor!”
Kendi döneminde “ilmin kıblesi” sayılan Buhara camileri, türbeleri, kütüphaneleriyle birlikte yanıyor, Cengiz Han’a destek veren Müslüman hükümdarlarla hocalar gözlerini kapatıp susuyorlardı.
Ekleme
Tarihi: 23 Ağustos 2023 - Çarşamba
Cengiz Han'ın Sözü
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.